Toronto Kanada’nın kalbi, en bilinen kenti denilebilir. Her anlamda, yaşamın her alanında ülkenin önde gelen şehirlerinden. Çok geniş imkanlara sahip, olanak ve olasılıkların neredeyse sınırsız olduğu bir kent.
İlk bahar aylarında Toronto gezi planımızı oluşturduk, uçak biletlerimizi aldık. Çok popüler bir şehir olduğu için uçak biletleri ve kalacak yer anlamında pahalı olduğunu söyleyebilirim. Özellikle şehir merkezinde kalmak istiyorsanız, her bütçeye uygun kalacak yer bulunabilir demek biraz zor. Birkaç ay öncesinden plan yaptığımız halde şehir merkezinde birçok otel ve ev çoktan tutulmuştu. Kalan yerler arasından bize en uygun olanı seçtik ve sonrasında da bu seçimizden pişman olmadık. Burada ödediğimiz uçak ve konaklama ücretlerinden bahsetmek istemiyorum. Çünkü tercihlere göre, planlanma zamanına göre aralarında ciddi fiyat farkı olan konu bu. Okuyanların kafasında bir masraf tablosu oluşturmak istemem.
Haziran başında planladığımız gezimiz en sıcak günlere denk geldi denebilir. Bu durumdan asla şikayetçi değilim. Fakat 7 derecelerden 30 derecelere gidince tabi ki biraz farklı oldu. Sisli, puslu, bulutlu bir havadan 4 saat içinde tam bir yaz havasına geçiş yapmak iyi geldi de, bir de bunun tam tersi de oldu. Bir hafta sonra yaz havası bırakıldı ve geri gelindi. Neyse bu da işin cilvesi diyelim.
Gerçekten planlanmış büyük bir şehir. Artıları olduğu kadar eksileri, güzel yönleri olduğu kadar kötü yönde eleştirilebilecek yönleri de vardır elbette. Ben kendi gözümden aktarmaya çalışacağım. Bir haftada bir turist olarak görebildiğim kadarı ile elbette.
Öncelikle her büyük şehrin sorunu olan kalabalık ve trafik. İş saatlerinde kaos hâkim denebilir. Yapılan yollar, kapatılan şeritler ciddi bir sorun yaratıyor. Kısa yaz döneminde ilerletilmeye çalışılan yol inşaatları trafik için tam bir kâbus denebilir. Bunun yanı sıra toplu taşıma sistemi benim gördüğüm ve kullandığım kadarı ile çok iyi. Şehir merkezi ve çevresinde metro ağı, street-car ve otobüs hatları ile desteklenmiş. Bunun yanı sıra havaalanı ve şehrin ana metrosu birbirine bir tren hattı ile bağlanmış. 20-25 dakika gibi bir sürede havaalanından şehir merkezine ulaşabiliyorsunuz. Yine şehrin birçok noktasına toplu taşıma ile ulaşabiliyorsunuz. Street-car, aslında tramvay hatları ağı, Toronto için bir sembol niteliğinde, merkezdeki hemen her yerde görmeniz mümkün. Fakat arabalar ile hemen hemen aynı yolu kullanıyor ve araç trafiğinden bir hayli nasibini alıyor. Özetle ulaşım için araba şart değil. Toplu taşıma ile ulaşım halledilebilir. Toplu taşıma da St. John’s şehrine göre biraz pahalı.
İlk gün uçuş sonrası öğleden sonra 3-4 gibi kalacağımız eve yerleştik. Biz birçok yere yakın orta nokta da bir konaklama noktası seçtik. Yonge Street – Wellesley Street kesişiminde konakladık. Metroya yakın olması da büyük bir artıydı. Bunun yanı sıra birçok yere de yürüme mesafesinde bir noktaydı.
İlk akşam minik bir etraf turu ve güzel bir yemek ile sonlandırdık. Sabah kahvaltısı dahil olmadığı için yakındaki bir marketten kendimize kahvaltılık birkaç ürün alıp dolabımıza attık.
Yedi günlük bir gezi planını daha önceden bir liste halinde oluşturmuştuk. Biraz araştırma, biraz arkadaş tavsiyesi daha çok Toronto’da daha önce üç hafta geçirmiş olan Nevra (bu kimdir acaba diyenler için cevaplayayım; eşim), bize dolu dolu bir gezi planı yaptı.
Tek tek bu gezi planından bahsetmeyeceğim ama günlük ortalama 34-35 bin adım attığımız yorucu olmasının yanı sıra keyifli bir geziydi. Dümdüz, upuzun, kalabalık, geniş caddelerde yürümek bile yeterince ilginç bir deneyim aslında. Yaşadığımız yer ile kıyaslayınca devasa büyüklükte ve inanılmaz kalabalıklıkta bir şehir Toronto. Aynı zamanda her anlamda çeşitliliğin fazla olduğu, insanların gerçek anlamda özgür olduğunu hissedebildiğiniz bir şehir. Bazı noktalarda güvensiz ve korkutucu olmasının yanı sıra kötü bir durumla karşılaşmadık. Doğruyu söylemek gerekirse tekinsiz olduğunu düşündüğümüz birkaç durum ile karşılaştık. Evsizlerin de etkisi var denebilir. Ama bize en tekinsiz gelenler ayakları yerde olsa da kafası kim bilir hangi yükseklikte olan arkadaşlar. O yükseklikte kendileri ile konuşanlar, yüksek sesle ortalıkta kendi kendine kavga edenler, yol ortasında tıraş olanlar, park içerinde kıyafet yığını içerisinde yaşayanlar, metroda hemen oturduğunuz yerin önünde üstünüze düştü düşecek gibi olup ayakta duramayanlar… Bu insanları görmek bir anlamda hem üzücü hem de korkutucuydu diyebilirim. Yaşadığımız yerde de yüksekte gezen arkadaşlar ile karşılaşmak mümkün olsa da hem çok sayıda değiller hem de genelde bazı bölgedeler. Toronto’da bu durum biraz farklı gibi geldi bize. Belki de bizim için farklıdır.
Biraz güzel kısımlara geçelim. Şehirden sıyrılabileceğiniz, kendinize güzel, dingin bir gün hediye edebileceğiniz Toronto limandan 20 dakikalık keyifli bir deniz yolculuğu ile ulaşabileceğiniz Toronto Adaları mevcut. Adalar birbirlerine köprüler ile birbirlerine bağlı. Biz yürümeyi tercih ettik. Bisiklet, paten, kaykay, scooter ile gezenler de vardı. Kano kiralayarak adalar arasında kano turu yapılabiliyor. Marina ve bir sürü ‘Bunlar kimin ola ki’ dediğimiz yatlar, yelkenliler vs. mevcuttu. Evler, yollar, parklar, muhteşem Toronto manzarası… Biz adalara yaptığımız turdan çok keyif aldık. Bunun bir diğer alternatifi olarak da adalar etrafında ve Toronto limanında bir tekne turu da satın alınabilir.
Gelelim benim için büyüleyici ve inanılmaz bir deneyim olan Niagara Şelalelerine… Şehir merkezinden Niagara Şelalelerine ulaşmak hem kolay hem de zor. Kolay, çünkü birkaç alternatif var ve birini seçerek sorunsuz ulaşım sağlayabilirsiniz. Araba kiralamak, tur satın almak, tren ya da otobüs ile gitmek. Bunlardan en özgür olanı bana göre araba kiralamak. Birtakım eyaletler arası ehliyet geçerlilik şüpheleri yüzünden biz tur satın almayı tercih ettik. Diğer alternatifler de mantıksız değildi. Zor, çünkü kısıtlı zamanınızdan en az bir gün ayırmak zorundasınız. Sadece gidiş-geliş yaklaşık 4 saat sürüyor. Biraz sıkıcı ve yorucu olabilir. Ama yine olsa yine giderim. Kesinlikle görülmesi gereken bir yer. Hatta bu sefer araba kiralayıp daha uzun vakit geçireceğim şekilde bir plan yaparım. Şelalelerin neredeyse içine yolculuk yapabileceğiniz bot turunu şiddetle tavsiye ederim. Bu anlatabileceğim bir deneyim değil. Bu yüzden o sulara hiç girmiyorum. Hemen yakınında ise bir eğlence kasabası mevcut fakat pek benlik bir yer değil. Niagara için farklı alternatifler mevcut, konaklayabileceğiniz oteller, üsten bakabileceğiniz helikopter turu ve izleme kulesi, şelalelerin altındaki tünellerin turları, zip-line etc. Herkes kendine uygun bir şeyler bulup yapabiliyor. Etrafta yürüyüp fotoğraf çekmek de ücretsiz bir alternatif.
İlk defa baseball maçı izledim. Çok bir şey anlamadım. Ama ortam çok iyiydi. Uygun olan biletlerden alıp ortamı görmek istedik. Bağırıp çağırmanın olmadığı bir maç. Herkes oturuyor. Sosisli yiyor. Herkes çılgın gibi sosisli sandviç yiyor ve çoğu sarı gazlı içecek içiyor. Sarı gazlı içecek: bira, sarı kola ya da fanta değil, alkollü bira. Bir de satılan sosisli sandviçleri sayıyorlar. Bizim gittiğimiz maçta sadece stat içinde satılan sosisli sandviç sayısı 36 bin civarında idi. Her bir biraya iki sosisli yiyen ve üç saatlik maç boyunca stokları tükenmeyen bir abimiz bizi bu sayıya inandırdı. Biz maç başlamadan stat çevresindekilerden birer tane yemeyi tercih ettik. İçtiğimiz bira sayısı bana kalsın. İçtik işte birkaç şeyler… Bizim için keyifli bir aktivite oldu. Maç ev sahibi Blue Jays tarafından kazanıldı. Koca bir stadyum sessiz sedasız ve sorunsuz bir şekilde dağıldı. Maç olduğunu anlamazsınız bile.
Tabi ki Toronto bizim için bu kadar kısıtlı değildi. Tüm detayları yazıya aktarmak da mümkün değil. Daha farklı yerler gezdik, yedik içtik. Arkadaşlarımız ile buluştuk. Yeni insanlar ile tanıştık. Daha önceden bildiğimiz ve aslında hiç karşılaşmadığımız güzel insanlar ile bir araya geldik. Onları diğer yazıma sakladım.
Sizler çok daha güzel seyahatler yapar, çok daha güzel etkinliklerde bulunursunuz umarım.
Sevgiler,