Yürüdüğün şehrin sokakları değişir, havadaki koku değişir, insanların yüzleri değişir, okuduğun kitaplar, izlediğin filmler değişir, hayata bakışın değişir, hayatın rengi değişir, adımlarına eşlik eden fon müziği değişir, birlikte yürüdüğün insanlar değişir, bakarsın bir zaman sonra seni sen yapan kendi zamanının ruhu değişir… Sonra geriye sen kalırsın. Eğer göçmen olmak seni tanımlayan birçok etiketten birisiyse, değişim ve değişimin akıntısına kendini bırakmak da o etiketi takip eden vagonlardan birisi gibi.
Kanada’ya yerleşmeye karar vereli çok olmuş, ülkeye gelip deneme sürüşü yapmış, yeniden ve artık temelli dönmek üzere gün saydığım günlerden birinde bir gün annem gözleri hafif yaşlı şöyle bir cümle kurmuştu:
Seni tekrar gördüğümde çok değişmiş olmandan korkuyorum…
Kanada‘ya ilk geldiğimde başlamıştı aslında değişim. Sadece yeni insanlar ve yeni kültürler tanımaktan gelen bir değişim değil bu; asıl değişim benim o farklılıkları kendime katma şeklimle, o farklılıkların beni değiştirmesine tanıdığım olanakla başlamıştı. Değişime izin vermek için de önce kendimi tanımam şarttı. Göçmenlik aslında sadece taşındığın yeni evin, kullandığın farklı dilin, gittiğin yeni okulun, yaşadığın yeni şehrin ya da vergi ödediğin yeni ülken değil; göçmenlik aslında etrafında hiç desteğin yokken kendine yaslanabilmeye olan yatkınlığın. Kendi kendine yaslanmaya çalıştığın süreçte de zihnin yeni yeni odalar keşfedip sana kendisiyle ilgili ipuçları veriyor birnevi. O ipuçları sana değişmekte olan seni, Türkiye’de bıraktığın yakınlarının bir sonraki buluşmada nasıl bir sen göreceğini anlatıyor.
Değişim Korkusu
Annem o cümleyi kurduğunda içimde bir yerde birkaç çatlak oluşmuş ve su sızdırmaya başlamıştı. Yaşadığı korku çok gerçekti çünkü beni bir sonraki görüşünde 27 yıldır tanığı ben olmayacaktım ve bunu ikimiz de o an içten içe biliyor ama dile getiremiyor gibiydik. E-posta gelen kutumdaki tek gidişlik Kanada biletinin verdiği bilinmezlik de bir sonraki görüşmemizin ne zaman olacağı ve birbirimizi görene kadar nelerin değişip nelerin sabit kalacağı konularıyla ilgili hiç yardım etmiyordu. Annemin korkusunun yanında benim su sızdıran çatlağım çok daha karışık gözükmüştü gözüme. Bir yandan onu hayal kırıklığına uğratma ihtimalinin getirdiği korkuyla öteki yandan yeniliğin getirdiği uçsuz bucaksız mavilik birbiriyle çatışıyor gibiydi.
Annemin o cümleyi kurmasının üzerinden bugün üç buçuk sene geçti ve bu üç buçuk senede henüz Türkiye’ye hiç gitmedim. Türkiye bıraktıklarımın beni tanıyamayacakları kadar değişmem mümkün olur mu hala bilmiyorum; çünkü değişim aslında kendini bıraktığın gürül gürül akıp giden bir nehir gibi. Akıntının yönlendirmesiyle belirlenen yolculuğun nerede biteceğini kestirmek çok zor. Doğduğunuz ülkede hayatınızın hemen hemen yarısını geçirmişseniz ve devamında başka bir ülkede nefes almaya karar vermişseniz geride bıraktıklarınızla aranıza giren görünmez bir uçurumun da orada var olabilme ihtimaline hazırlıklı olmak gerek. Belki de Toronto’nun Queen Street West’inde olan “You’ve changed” graffitisinin fotoğrafını göçmenliğimin ilk 3 yılında üst üste çekmemdeki sebep de buydu: Kendime her yıl biraz daha değiştiğimi hatırlatmak ve o uçurumun varlığını kabullenmek.
O uçurumla ne yapacağınız da sizin keşfetmeniz gereken odalardan birindedir belki de; ister ayrılmak olarak değerlendirin, ister özgürleşmenin getirisiyle daha da güçlenmek ve geride kalanları da güçlendirmek…
4 Yorumlar
Ilker
Bir ay sonra Kanada’ya taşınıyoruz ve annenin sözü yumruk gibi oturdu.
İris Unlu
Şimdiden bol şans ve iyi yolculuklar size 🙂
Emre Bayraktar
Muhtesem bir yazi olmus. Ellerinize saglik.
İris Unlu
Merhabalar Emre, çok teşekkürler zaman ayırıp okuduğunuz ve yorum bıraktığınız için. Takipte kalmaya devam edin 🙂