Zaten çoğu zaman, kendinizi en fazla saldırıya uğrayan aidiyetinizle tanımlamaya eğilimlisinizdir.
Amin Maalouf (Ölümcül Kimlikler)
Bir süre isimsizdim. İlkokul çağlarımda, oturduğumuz küçük kasabadan şehirdeki bir okula geçiş yaptığımda 7 yaşındaydım ve nedendir bilinmez bu yeni yerde kimse bir süre adımı sormamıştı. Gariptir ki okul numaram da çok geç verildi. Bu yüzden akranlarımın beni “kasabalı” olarak bilmesi ve bunun zaman içinde beni tanımlayan özelliklerden biri haline gelmesi benim onların arasında kendimi var etme şeklime dönüştü. Bir anlam ifade etmeye başlamıştı benim için, çünkü biliyordum ki bu bir şey demek olmalıydı ve o her ne demekse kendime onların arasında bir alan açmama ve kendimi kabul ettirmeme yardım ediyordu. Lakin bu hal ve gidişat aynı zamanda sıkça “Buraya ait olduğuna emin misin?” sorusunu da getiriyordu aklıma. Tuhaf bir his, bir rahatsız karıncalanma ve orada…
Kanada’daki göçmenliğimin beşinci yılındayım. Son günlerde, elbette tesadüfi olmadığını bildiğim bir şekilde kimliğimiz ve kendimizi var etme şekillerimizle olan ilişkisi hakkında düşünürken yakalıyorum kendimi. İlkokuldaki o tatsız yabancılaşma halini, neden olduğunu, neden sadece “bir yerden başka bir yere gitme eyleminin” garip bir suçluluk duygusuna yol açtığını çok daha iyi anlıyorum. Bunun bunca yıl sonra farkındalık düzeyine çıkmasına ise şaşırıyorum. Kanada’nın farklılıkları hoş karşılamayan bir ülke olmasından değil, ama belki senin farklı bir arka plandan geldiğini bilmenden ve bunun sana nazik ve iyi niyetli bir şekilde doz doz hatırlatılmasından! Bir bireyin kimliğini oluşturan onca çeşitli dinamik, yaşamındaki onca farklı rolleri varken, bireyin kendisini nasıl tanımlayıp nasıl tanımlamadığına dikkat edilmeksizin onun tek bir özelliğini yüceltip durmaksızın altını çizmenin hissettirdiklerinden bahsediyorum. Bir yemek veya bir kitap hakkında konuşurken “Bu siz Türklerde de böyle mi?” sorusunun samimi bir meraktan kaynaklandığını adınız gibi bildiğiniz halde yine de “siz” ile “biz” ayrımını net bir şekilde vurguluyor olmasından…
Oysa ne çok isterdim yalnızca “kişiler” olarak sohbet edebilmeyi, Amin Maalouf gibi. Sırf defalarca altı çizildiği için içini doldurma gereksinimi hissettiğimiz, sonra da kendimizi içine sıkışmış bulduğumuz kimliklerden arınmayı. Şu “Nerelisin?” sorusuna karşılık olarak verdiğimiz ceketi bir an olsun bir köşeye bırakıp çıplak kalabilmeyi. Komşumla sohbet ederken farklı bir geleneğe atıf, farklı bir ülkeye vurgu yapmadan salt olaylar hakkında konuşabilmeyi.
Ne kadar mümkündür, gerçekten isterdim bilmeyi.